Is it Possible to Use an Altered Trademark in Turkey?

Law No. 6769 on Industrial Property (“Law”) regulates that a trademark shall be revoked if a trademark (i) has not been genuinely used within five years of its registration or (ii) is not used uninterruptedly for five years. For this provision to apply, the use of trademark must be in relation to the goods or services for which it is registered and the trademark owner should not have a valid reason for not using the trademark.

After the mentioned five-year period, the trademark owner may be required to demonstrate use of the trademark for the relevant goods and services, by providing solid and objective evidence of effective and sufficient use on the market concerned.

Principally, the proofs of use must demonstrate the use of a trademark exactly as registered. However, the Article 9(2) of the Law deems using the trademark with different elements, without changing its distinctive character, also as “use”.

By allowing the use of the trademark with different elements, the legislator has ensured that trademarks can adapt to changes. This adaptability underlines the importance of trademark law in protecting brand integrity while facilitating growth in a dynamic business environment. On the other hand, using different element with the trademark must be within the scope of the common commercial practice.

It is also important to point out the criteria of using the trademark by preserving its distinctive character. Preserving the essential and distinctive element of a trademark ensures the consumers to easily understand the trademark and the company or person it is associated with. Here, the importance of the assessment of distinctiveness for each trademark prevails, as different trademarks appeal to different groups of consumers.

The following examples are used to illustrate the “use of a trademark” with different elements, within the limits described in the Law:

  • For word marks:
    • Adding/subtracting punctuation marks
      • Alçıpan → Alçıpan!
    • Changing the font
      • Ip-tech → Ip-tech
    • Using only the main element of the trademark that is registered with two words
      • Super NaNa → NaNa
    • Separating the elements that is registered as a combination of two words
      • BabyCool → Baby Cool
    • Adding/removing conjunctions or prefixes
      • Viventy by Bernd Berger → Viventy Bernd Berger
      • Viventy by Bernd Berger → Vıventy Bernd Berger
    • Adding a generic name to identify a good or a service
      • Four Seasons → Four Seasons Hotel
    • Using more than one trademark of the trademark owner simultaneously (umbrella trademark and sub-brand joint use of a trademark)
      • Galaxy E7 → Samsung Galaxy E7
    • Using a registered trademark with additions that create the impression of a series
      • AINHOA → AINHOA SPA WORLD[1]
    • Adding non-dominant auxiliary word elements to the trademark
      • COLORIS → COLORIS Global Coloring Concept[2]
  • For sign marks:
    • Using the trademark with a different shade of color
    • Adding a word element to a sign mark

However, using the name constituting the sign of a trademark cannot be considered to fall within the scope of the Article 9(2) of the Law, since it alters the distinctive character of the trademark.

 

 

 

 

 

 

In this context, although it is essential to use a trademark as registered; using such trademark with minor changes to the word or figurative elements will not necessarily imply that the trademark is not being used. The important factor to consider with these minor changes is to preserve the overall impression of the trademark on consumers. Changes which affect this impression and which cannot be easily associated by the consumer with the trademark will not be accepted as use of the trademark and will not be subject to proof of use where there is a risk of the trademark.

[1] Judgment T-426/13 of the General Court of the Court of Justice of the European Union

[2] Judgment T-353/07 of the General Court of the Court of Justice of the European Union

 

Authors: Hatice Ekici Tağa, Sümeyye Uçar, Ebru Gümüş Karasu, Göksu Tuğrul


Kara Cuma İndirimleri: Reklamlara İlişkin Kurallar

E-ticaretin katlanarak büyümesi tüketicilerin davranışlarını büyük ölçüde değiştirdiği için Kara Cuma (Black Friday) satışları, tüketicilerin yüksek indirim oranlarından "etkilendiği" bir olgu haline gelmiştir. Bu tür satışlar sırasında çevrimiçi alışverişte gerçekleşen artış, tüketici alışkanlıklarını önemli ölçüde şekillendirmiş ve tüketicilerin menfaatlerini korumaya yönelik yasal düzenlemelerin önemini göz önüne sermiştir.

Türkiye’de 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun (“TKHK”), tüketicileri aydınlatmak ve bilinçlendirmek amacıyla kamu yararı gözetilerek tüketicilerin sağlık, güvenlik ve ekonomik çıkarlarını korumaya yönelik tedbirler almayı amaçlamaktadır. İndirimli satış reklamlarına ilişkin özel kurallar ise Ticari Reklamlar ve Haksız Ticari Uygulamalar Hakkında Yönetmelik'te (“Yönetmelik”) ayrıca düzenlenmiştir. Ek olarak, Ticaret Bakanlığı, bu konuda yetkili kurum olarak, indirimli satışlara ilişkin esasları düzenlemek amacıyla Fiyat Bilgisi İçeren Reklamlar ile İndirimli Satış Reklamları ve Ticari Uygulamaları Hakkında Kılavuz’u (“Kılavuz”) yayınlamıştır. Bu kapsamda, Türkiye'de Kara Cuma satışlarına uygulanabilecek temel prensipler ve düzenlemeler aşağıdaki gibidir:

İndirimli Satışlara İlişkin Temel İlkeler

Her ne kadar Yönetmelik indirimli satışları tanımlamamış olsa da Kılavuz’da temel ilkeler düzenlenirken indirimli satış “mevsim değişmeleri, mal stoklarının eritilmesi, işletmenin açılması, kapanması, devredilmesi, tasfiyesi, iş yeri adresi veya faaliyet konusu değişikliği ve benzeri nedenlerle bir mal veya hizmetin satış fiyatında indirim yapıldığını gösteren bir ibare ile gerçekleştirilen satış” olarak tanımlanmıştır. Bu kapsamda, Yönetmelik ve Kılavuz’da indirimli satış uygulamaları sırasında tüketicilerin korunmasına ilişkin şu temel ilkeler yer almaktadır:

  • İndirimli satışlara ilişkin reklamlarda tüketicilere (i) indirimin süresi ve (ii) mal veya hizmetin miktarı sınırlı ise, mal veya hizmetin stok kapasitesi hakkında açıkça bilgi verilmelidir.
  • İndirimli satışlara ilişkin reklamlarda (i) tüketiciyi indirime tabi mal veya hizmetler ve indirim oranı konusunda yanıltıcı veya aldatıcı, (ii) indirim oranı konusunda yanlış izlenim yaratan ifade veya görseller bulunmamalıdır.
  • Bir mal veya hizmetin indirim öncesi satış fiyatının belirlenmesinde indirimden önceki 30 gün içinde uygulanan en düşük fiyatın dikkate alınması zorunludur.

Kılavuz’a göre aşağıdaki hususlar indirimli satış kapsamına girmemektedir:

  • ‘3 alana 1 bedava’, ‘500 TL üzeri 50 TL indirim’, ‘İkinci üründe %20 indirim, ‘3 al, sepette %30 indirim’ gibi koşullu satışlar,
  • Satıcı veya sağlayıcıların indirimli satış fiyatlarının ‘en iyi/en düşük fiyat’ gibi karşılaştırmalarına dayalı reklamlar,
  • İndirim kartları, kuponlar, tüketicilere belirli ürün veya hizmet gruplarında uzun süreli indirim hakkı veren sadakat programları veya tüketicilerin daha sonraki alışverişlerde puan biriktirmelerini sağlayan uygulamalar,
  • Dinamik veya gerçek zamanlı fiyatlandırma yöntemleri,
  • Kişiselleştirilmiş fiyatlandırma kabul edilmeyen fiyat indirimleri.

Tüketicileri yanılttığı kabul edilen bir diğer husus ise “yetersiz stok” uygulamalarıdır. Özellikle indirim dönemlerinde talebin artması ve buna karşılık indirimin stoklarla sınırlı olması durumunda tüketiciler sipariş iptali gibi uygulamalarla karşılaşabilmektedir. Yeterli stoğu bulunmayan bir ürünü, bu husus belirtilmeden satışa sunmak ve stok sayısından fazla satış yapmak, tüketicileri yanılttığından haksız ticari uygulama olarak değerlendirilmektedir. Stok yetersizliği nedeniyle sipariş iptaline yönelik uygulamaları, Reklam Kurulu da aktif bir şekilde değerlendirmekte ve haksız ticari uygulamada bulunduğu kanısına varılan şirketlere yaptırım uygulamaktadır. Örneğin yayınlanan bir Reklam Kurulu kararında satıcı, reklamlarında stokların sınırlı olduğunu belirtmeden tüketicileri indirimli satış fiyatıyla satın almaya davet eden bir reklam yayınlamıştır. Daha sonra ilgili satıcı, "stok yetersizliği" nedeniyle, bazı tüketicilerin siparişlerini iptal etmiş ve/veya tüketicilere siparişlerini iptal etmeleri gerektiği yönünde bilgi vermiştir. İndirimin stoklarla sınırlı olduğu belirtilmeksizin ürünlerin satışa konması ve tüketicilerin satışlarının stok yetersizliğine dayanarak iptal edilmesi 09.03.2021 tarih ve 2020/4384 sayılı bu kararda haksız ticari uygulama olarak değerlendirilmiş ve haksız ticari uygulamada bulunan satıcıya idari para cezası verilmesine karar verilmiştir.

İndirimli Satışlara İlişkin Özel Kurallar

Önceki Fiyatın Belirlenmesi

İndirimli satışların düzenlenmesinde en önemli konu, indirim öncesi fiyat olarak hangi tutarın esas alınacağıdır. Kılavuz’a göre bir mal veya hizmetin indirimden önceki satış fiyatının tespitinde, indirimin uygulandığı tarihten önceki 30 gün içinde uygulanan en düşük fiyat esas alınır. Bu kapsamda, tüketicilerin indirimli reklam veya fiyat etiketleri nedeniyle yanılgıya düşmesine engel olmak amacıyla indirim reklamları veya etiketlerinde, indirimin uygulandığı tarihten önceki 30 gün içinde uygulanan en düşük fiyatın “üstü çizili” veya “önceki fiyat” şeklinde belirtilmesi gerekmektedir. Buna karşılık indirim dönemlerinde tüketicilerin yanıltılmasına neden olan bazı uygulama örnekleri aşağıdaki gibidir:

  • Fiyat etiketlerinde veya reklamlarda indirimsiz fiyat, son 30 gün içerisindeki en düşük fiyat değil tavsiye edilen satış tutarı üzerinden gösterilmektedir. Ürünün gerçek satış fiyatını bilmeyen tüketici, indirimin yapıldığı tutarı daha yüksek olarak algılayabilmektedir.
  • Bazen firmalar, aynı ay içerisinde birden çok indirim uygulayabilmektedir. Reklam Kurulu kararlarına da konu olduğu üzere bazı firmalar, yapılan ara indirimleri hesaba katmaksızın doğrudan indirimsiz fiyat üzerinden indirim yapılmış gibi göstermektedir. Bu durumda tüketici, gerçek indirim oranından çok daha yüksek bir indirim yapıldığı yanılgısına düşürülmektedir.

Gelişen e-ticaret pazarıyla birlikte satıcı ve sağlayıcılar, tüketicilere farklı satış kanalları aracılığıyla mal veya hizmet sunabilmektedir. Farklı kanallar aracılığıyla sunulan fiyatlandırmalarda da tüketicinin korunması ve yanılgıya düşmesinin önlenmesi gerekmektedir. İndirimli satışlara ilişkin olarak ise yukarıda bahsedilen kurallar, her bir satış kanalı için ayrı ayrı değerlendirilecektir. Örneğin aynı satıcı tarafından farklı satış kanallarında, farklı fiyatlarla aynı ürün satılabilmektedir. Ancak indirim oranı her bir satış kanalındaki fiyat için ayrıca belirlenecek ve farklı satış kanallarındaki indirim öncesi tutarlar birbirinden bağımsız kabul edilecektir.

Bununla birlikte Kılavuz’da, aslında yalnızca belirli satış kanallarında indirimli satış mevcutken, indirimli satışın bütün satış kanallarında geçerli olduğunu belirten reklamlar yasaklanmıştır. Buna ek olarak bir malın aynı e-ticaret platformunda ve aynı satıcı tarafından farklı uzantılarla, farklı indirim oranları ve tutarlarıyla satışa sunulması durumunda bu tür uygulamalar, ürüne uygulanan indirim konusunda ortalama tüketici nezdinde kafa karışıklığına neden olacağından mevzuata aykırı kabul edilmektedir.

İndirimli Satışlara İlişkin Reklamlarında Kullanılan İfadeler

Kılavuz’da, reklamlarda 'şahane/muhteşem Kasım/Cuma indirimleri', 'dev fırsatlar', 'bugün tüm ürünlerde %20 indirim' veya 'bugün tüm ürünlerde 10 TL indirim' gibi indirimli satış izlenimi veren ifadelerin kullanılabileceği belirtilmektedir. Üstelik bu tür reklamlarda her ürünün indirim öncesindeki fiyatının gösterilmesi zorunlu değildir. Ancak ilgili mal ve hizmetlere ilişkin reklamlarda indirimden önceki 30 gün içinde uygulanan en düşük fiyat veya bir önceki fiyat yer almalıdır.

Ayrıca, bir satıcı veya sağlayıcının farklı mal veya hizmet kategorilerinde çeşitli indirimler yoluyla genel bir fiyat indirimi sunması halinde ilgili reklamlarda, mal ve hizmet kategorileri ve bunlarla ilgili fiyat indirimleri hakkında net ifadeler bulunmalıdır. 'Kış sezonu ürünleri', 'x markalı ürünler', 'ikinci ürün' veya benzeri ifadeler kullanılarak, reklam kampanyasında yer alan mal veya hizmetlerin, tüketiciler için açık ve anlaşılır bir şekilde kolayca ayırt edilebilir olması gerekmektedir. Reklamı yapılan mal ve hizmetler ile bunların indirimli fiyatları konusunda herhangi bir karışıklık veya belirsizlik olmamalıdır.

Ek olarak, indirimli satış kampanyalarına ilişkin reklamlarda yer alan “kadar”, “başlangıç” gibi ibarelerin okunabilir büyüklükte olması gerekmektedir. Bu ibarelerin ve indirimli satışa konu olacağı açıklanan ürün kapsamının tüketicinin makul beklentilerini karşılaması gerekmektedir. Ayrıca mağazadaki veya belirli bir kategorideki tüm mal veya hizmetlerde indirim uygulanmadığı sürece “net”, “tümü”, “hepsi” gibi ifadeler kullanılmamalıdır.

Dezavantajlı Gruplara Yönelik Reklamlar

Kılavuz ve Yönetmelik uyarınca yaşlılar, engelliler ve çocuklar da dahil ancak bunlarla sınırlı olmamak üzere hassas tüketici gruplarına yönelik indirimli satış reklamları ve ticari uygulamalarda ilave özen gösterilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda Kılavuz, çocuklara yönelik indirimli satış reklamlarında fiyat bilgisinin yanında “sadece” veya “yalnızca” gibi ifadelerin düşük fiyat algısı oluşturacak şekilde kullanılmasından kaçınılmasının öneminden bahsetmektedir. Ayrıca çocuklar, ebeveynlerini veya başkalarını bir mal veya hizmet satın almaya ikna etmeye doğrudan teşvik edilmemelidir.

Yazarlar: Hatice Ekici Tağa, Sümeyye Uçar, Begüm Alara Şahinkaya, Ebru Gümüş Karasu


Black Friday Sales: What are the Rules?

As the exponential growth of e-commerce has revolutionized consumer behavior, Black Friday sales have become a global phenomenon, where consumers are almost “influenced” by high discount rates. The increase in online shopping during such events has significantly shaped consumer habits, underscoring the crucial importance of enacting legislation to protect consumer rights and interests.

In Turkey, the Consumer Protection Law No. 6502 (“Law No. 6502”) aims to take measures to protect the health, safety, and economic interests of consumers in accordance with the public interest to enlighten and raise awareness of consumers. Discounted sales advertisements are also outlined with specific rules under the Regulation on Commercial Advertisement and Unfair Commercial Practices (“Regulation”). Moreover, the Ministry of Trade, as the authorized governmental institution, prepared the Guide on Advertising with Price Information, Discounted Sales Advertisements and Commercial Practices (“Guide”) to further regulate the principles regarding discounted sales. In this context, the Regulation and Guide include the following basic principles regarding the protection of consumers during discounted sales practices:

Fundamental Principles on Discounted Sales

Although the Regulation does not define discounted sales, while regulating the fundamental principles governing them, the Guide provides a definition for discounted sales as “sales of a good or service with a sign indicating that the sale price of a good or service has been reduced due to seasonal changes, decrease of goods stocks, opening, closing, transfer, liquidation, change of workplace address or subject of activity and similar reasons”. Accordingly, the Regulation and the Guide set forth the following principles in relation to the protection of consumers:

  • Discounted sales advertisements must provide explicit information to consumers on (i) the duration of the discount and (ii) if the quantity of a good or service is limited, the stock capacity for such good or service.
  • Discounted sales advertisements must not possess statements or images that (i) mislead or deceive consumers about the goods or services subject to discount and the discount rate and (ii) create a false impression about the discount rate.
  • In determining the sales price of a good or service prior to the discount, the lowest price applied within the 30 days before the discount must be taken into account.

According to the Guide the following are not within the scope of discounted sales:

  • Conditional sales such as ‘Buy 3, Get 1 Free’, ‘TRY 50 discount over TRY 500’, ‘20% discount on the second product, ‘Buy 3, 30% discount in the basket’,
  • Advertisements comparing discounted sales prices, such as ‘best/lowest price’,
  • Discount cards, coupons, loyalty programs that give consumers the right to long-term discounts on specified groups of goods or services, or applications that allow consumers to accumulate points for future purchases,
  • Dynamic or real-time pricing methods,
  • Personalized price reductions that do not constitute an advertisement for a price reduction.

Another issue that is considered to mislead consumers is “insufficient stock” practices. Especially if demand increases during discount periods and the discount is limited to stocks, consumers may encounter practices such as order cancellation. Offering a product that does not have sufficient stock for sale without stating this and selling more than the stock is considered unfair commercial practice as it misleads consumers. The Advertising Board actively evaluates practices regarding order cancellation due to insufficient stock and imposes sanctions on companies that are deemed to engage in unfair commercial practices. For example, in a published Advertising Board decision, the seller published an advertisement inviting consumers to purchase at a discounted sales price, without stating that stocks were limited in the advertisements. Later, due to "lack of stock", the relevant seller canceled the orders of some consumers and/or informed the consumers that they had to cancel their orders. In this decision dated 09.03.2021 and numbered 2020/4384, placing the products on sale without stating that the discount is limited to stocks and canceling the sales of consumers based on insufficient stock was considered as unfair commercial practice and it was decided to impose an administrative fine on the seller.

Specified Rules on Discounted Sales

Determination of the Previous Price

The most important issue in organizing discounted sales is which amount will be used as the pre-discount price. According to the Guide, the lowest price applied in the 30 days prior to the date of the discount is taken as the basis for determining the selling price of a good or service before the discount. In this context, in order to prevent consumers from being misled by discount advertisements or price tags, discount advertisements or price tags must indicate the lowest price applied within 30 days prior to the date of the discount as "crossed out" or "previous price". On the other hand, some examples of practices that mislead consumers during discount periods are as follows:

  • On price labels or in advertisements, the non-discounted price is shown as the recommended selling price, not the lowest price in the last 30 days. Consumers who do not know the actual selling price of the product may perceive the discounted price as higher.
  • Sometimes companies may apply multiple discounts in the same month. As has been the subject of decisions of the Advertising Board, some companies do not take into account the intermediate discounts and present them as a discount directly on the non-discounted price. In this case, the consumer is misled into believing that the discount is much higher than the actual discount rate.

With the developing e-commerce market, sellers and providers can offer goods or services to consumers through different sales channels. In pricing offered through different channels, the consumer must be protected and prevented from being misled. Regarding discounted sales, the above-mentioned rules will be evaluated separately for each sales channel. For example, the same product may be sold by the same seller in different sales channels at different prices. However, the discount rate will be determined separately for the price in each sales channel and the pre-discount amounts in different sales channels will be considered independent from each other.

Additionally, the Guidelines prohibit advertisements stating that the discounted sale is valid in all sales channels, when in fact, discounted sales are only available in certain sales channels. Furthermore, if a good is offered for sale on the same e-commerce platform and by the same seller with different extensions, with different discount rates and amounts, such practices are considered contrary to the legislation as they will cause confusion among the average consumer regarding the discount applied to the product.

Phrases in the Discounted Sales Advertisements

The Guide allows advertisements to use phrases that give the impression of discounted sales, such as ‘fantastic/amazing November/Friday offers’, ‘giant deals’, ‘20% discount on all products today’ or ‘TRY 10 discount on all products today’. Moreover, such advertisements do not have to demonstrate the price of each product prior to the discount. However, the advertisements of each of the relevant goods and services must include the lowest price applied within the 30 days prior to the discount or the previous price.

Moreover, in advertisements related to a seller or provider offering a general price reduction through varied discounts on different categories of goods or services, clear statements must be made about the categories and their corresponding reduced prices. The items or services featured in the advertising campaign must be easily distinguishable to consumers in a clear and understandable way using phrases such as ‘winter season products’, ‘x branded products’, ‘second product’ or similar expressions. There should be no confusion or ambiguity about the advertised goods and services and their discounted prices.

Additionally, the phrases such as ‘up to’, ‘from’, ‘until’ included in the advertisements regarding discounted sales campaigns must be in a readable size. Such phrases and the scope of the goods announced to be subject to discounted sales should meet the reasonable expectations of the consumer. Moreover, phrases such as ‘net’, ‘all’ or ‘everything’ must not be used unless the discount is applied to all goods or services in the store or in a particular category.

Advertisements Targeting Disadvantaged Groups

Pursuant to the Guide and the Regulation, additional care must be exercised in discount sale advertisements and commercial practices targeting vulnerable consumer groups, including but not limited to, the elderly, individuals with disabilities, and children. In this regard, the Guide foresees that in discount sale advertisements targeting children, it is important to avoid using expressions such as ‘only’ or ‘just’ next to price information to create the perception of low prices. Additionally, in line with the principles of advertising legislation, children should not be directly urged to persuade their parents or others to purchase a good or service.

Authors: Hatice Ekici Tağa, Sümeyye Uçar, Begüm Alara Şahinkaya, Ebru Gümüş Karasu


Veri İhlali Bildirim Süreci: AB Hukuku ile Türk Hukukunun Kısa Bir Karşılaştırması

Avrupa Birliği Veri Koruma Genel Tüzüğü (2016/679) (“GDPR”) ile 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (“KVKK”), kişisel verileri koruma anlamında önemli roller üstlenen yasal düzenlemelerdir.

KVKK, GDPR ile mülga hale gelen, 95/46 sayılı Avrupa Birliği Veri Koruma Tüzüğü’yle uyumlu olacak şekilde hazırlanmıştır. Her ne kadar GDPR ile Veri Koruma Tüzüğü aynı veri işleme prensiplerini içeriyor olsa da çeşitli farklılıkları bünyesinde barındırmaktadır. Bunlardan bir tanesi de veri ihlal süreçleridir.

Veri İhlalinin Tanımı.

GDPR’da veri ihlali “iletilen, saklanan veya işlenen kişisel verilerin kazara veya yasa dışı yollarla imha edilmesi, kaybı, değiştirilmesi, yetkisiz şekilde ifşa edilmesi veya bunlara erişilmesine yol açan güvenlik ihlali” şeklinde tanımlanmaktır. GDPR’ın aksine KVKK’da veri ihlalinin açıkça tanımı yapılmamaktadır ancak, KVKK’ya göre “kişisel verilerin hukuka aykırı olarak elde edilmesi” durumu, veri sorumluları için bildirim yükümlülüğünü doğurmaktadır. Bu kapsamda, KVKK uyarınca, veri ihlaline ilişin 3 noktaya vurgu yapılmaktadır:

  1. Hukuka aykırılık,

  2. Kişisel verilerin elde edilmesi, ve

  3. Yetkisiz kişilerin mevcudiyeti.

Yetkili Makama Bildirim.

GDPR veri sorumluları tarafından "kişisel veri ihlallerinin”, ilgili kişiye yönelik herhangi bir zarara sebebiyet verme ihtimalinin olmadığı durumlar haricinde, ihlalin farkına varıldıktan sonraki 72 saat içinde ilgili yetkili makama bildirilmesi gerektiğini düzenlemektedir.

KVKK, veri sorumlularının herhangi bir veri ihlali durumunda Kişisel Verileri Koruma Kurumu'nu ("Kurum"), söz konusu ihlalin ilgili kişilere yönelik bir zarar doğurma ihtimali olup olmadığına bakılmaksızın, 72 saat içerisinde, Kurum tarafından yayımlanan resmi form kullanılarak bilgilendirmesi gerektiğini düzenlemektedir.

Dolayısıyla, bir veri ihlali söz konusu olduğunda, GDPR’a tabi olan veri sorumlularının ihlalin ilgili kişilerin hak ve özgürlükleri üzerinde oluşturduğu riski değerlendirmesi gerekirken, KVKK’ya tabi veri sorumlularının herhangi bir risk değerlendirmesi yapmaksızın her veri ihlalini Kurum’a bildirmesi zorunlu tutulmuştur.

Buna ek olarak GDPR, veri sorumlularının veri ihlal bildirimi esnasında bütün gerekli bilgileri sağlaması mümkün değilse bu bilgileri aşamalı olarak sağlamasına imkan verirken; aynı şekilde KVKK uyarınca da veri sorumluları ellerinde mevcut bulunan bilgileri 72 saat içerisinde Kurum’a bildirdikten sonra, elde ettikleri ilave bilgileri takip bildirimi ile sağlayabilmektedir.

İlgili Kişilere Bildirim.

GDPR veri sorumluları tarafından veri ihlalinin yarattığı tehlikeleri önlemek veya en aza indirmek için etkili teknik ve idari tedbirler alınmadığı müddetçe, eğer veri ihlali gerçek kişinin hakları ve özgürlükleri üzerinde ciddi bir risk yaratıyorsa ilgili kişiye bildirim yapılmasını öngörmektedir. İlaveten ilgili yetkili makam, veri sorumlusunun ilgili kişileri ihlal hakkında bilgilendirmesini de isteyebilir.

Öte yandan KVKK, veri sorumlularının, veri ihlalinin yarattığı riskin ölçüsüne bakılmaksızın, her halde ilgili kişilerin veri ihlali ile ilgili bilgilendirilmesi gerektiğini düzenlemektedir. Ayrıca, veri sorumlusu ilgili kişinin iletişim bilgilerine sahipse, bildirimi elektronik yoldan veya fiziki olarak yapmalıdır. Eğer ilgili kişinin iletişim bilgilerine sahip değilse, veri ihlalini veri sorumluları kendi internet sitelerinde duyurabilirler. Ek olarak Kurum’un da bu hususa ilişkin kamuyu bilgilendirmesi mümkündür. Uygulamada Kurum, ilgili kişilerin sayısının belli bir miktarı aşması durumunda genellikle kamuyu www.kvkk.gov.tr adresi üzerinden bilgilendirmeyi tercih ettiği gözlemlenmektedir.

Sınır Ötesi Etki.

Avrupa Birliği sınırları içerisinde yer almayan fakat Avrupa Birliği’ndeki kişilere mal ve hizmet sağlayan ve/veya ilgili kişilerin davranışlarını izleyen veri sorumluları da GDPR uyarınca veri ihlallerinden sorumludur ve ihlalden etkilenen ilgili kişilerin bulunduğu Üye Devlette yer alan yetkili makamı bilgilendirmekle yükümlüdür[1].

Benzer şekilde, Türkiye’de yerleşik olmayan veri sorumluları da Türkiye’deki ilgili kişilerin etkilendiği bir veri ihlali söz konusu olduğunda, KVKK’da öngörülen veri ihlaline ilişkin hükümlere tabiidirler ve ihlali Kurum’a ve etkilenen ilgili kişilere bildirmekle yükümlüdürler.

Yetkili Makam Tarafından Gerçekleştirilen Değerlendirme.

Avrupa Birliği’nde yer alan yetkili makamlar, ihlale ilişkin uygulanacak yaptırımın türünü ve seviyesini belirlerken ihlalin yapısını, boyutunu ve süresini; ihlalin etkilediği kişisel verinin türünü, ihlalin ihmale ya da kasta dayalı olup olmadığını ve veri sorumlusunun ihlali önlemek için sarf ettiği çabayı dikkate almaktadır.

Ek olarak, GDPR uyarınca, bütün yetkili kuruluşlar veri ihlaline ilişkin re’sen soruşturma başlatmaya yetkilidirler[2]. Fakat, re'sen soruşturmanın nasıl gerçekleştirileceği Üye Devletlere göre (örneğin, ulusal yasalarına dayalı olarak) farklılık gösterebilecektir.

Türkiye’de, Kurum kararları dikkate alındığında, veri ihlali kişilerin hakları ve özgürlükleri üzerinde ciddi riskler teşkil etmese bile idari para cezasına hükmedilebilmektedir. Gelişen teknolojinin ışığında veri güvenliğinin tam anlamıysa sağlanamayacağı Kurum tarafından kabul edilmiş olsa bile Kurum’un asıl odaklandığı nokta veri ihlalini önlemek adına veri sorumlusunun alması gereken bütün teknik ve idari önlemleri alıp almadığı ve ihlali önlemek adına yapması gerekenleri yapıp yapmadığıdır.

Belirtmek gerekir ki, Kurum bildirilmeyen bir veri ihlalini şikayet ya da başka bir yolla öğrendiği takdirde re’sen soruşturma başlatabilir. Bu durumda veri sorumlusu hem veri ihlalinden hem de veri ihlalini bildirme yükümlülüğünü yerine getirmemesinden sorumlu olacaktır.

Sonuç.

Veri ihlalinin tespit edilmesi veri sorumluları açısından büyük önem taşımaktadır. Veri sorumluları bakımından veri ihlalinin ülke özelinde incelenmesi oldukça önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle veri ihlal bildirimi bakımından GDPR ve KVKK arasındaki farklar dikkate alındığında, Türkiye’de yerleşik ilgili kişileri etkileyen veri ihlali halinde vakit kaybedilmeksizin harekete geçilmelidir.

[1] EDPB – GDPR kapsamında veri ihlal bildirimine ilişkin 9/2022 sayılı yönerge -https://edpb.europa.eu/system/files/2023-04/edpb_guidelines_202209_personal_data_breach_notification_v2.0_en.pdf [2] EDPB – 2021 yılında Üye Devletler Tarafından Veri Koruma Kurumlarının Erişimine Açılan Kaynaklar ve Veri Koruma Kurumlarının Tutumları Hakkında Görüşler - https://edpb.europa.eu/system/files/2021-08/edpb_report_2021_overviewsaressourcesandenforcement_v3_en_0.pdf

Yazarlar: Burak Özdağıstanli, Sümeyye Uçar, Bensu Özdemir, Göksu Tuğrul


Obligations under the Distance Contracts Regulation are Postponed

On August 23, 2022, important regulations regarding sellers’ obligation to inform consumers’ preliminarily and consumers’ right of withdrawal were introduced (“Amendment”) in the Distance Contracts[1] Regulation, for which the effective date was determined to be January 1, 2024.

While the effective date is getting closer, on November 4, 2023, the Regulation Amending the Distance Contracts Regulation was published on the Official Gazette, which postponed the effective date for following obligations to January 1, 2025:

Obligation to Preliminary Inform:

Sellers and providers are obligated to inform the customers preliminarily about the details such as the seller, the product, sales conditions, before concluding the distance contract.

With the Amendment, more detailed obligations for the preliminary information were introduced and intermediary service providers were included as an obligatory. The following obligations are now postponed to January 1, 2025:

  • Intermediary service provider’s joint liability with the seller with regards to the obligation to inform consumers preliminarily, where the distance contract is concluded through a platform and the service provider intermediates the collection of the price,
  • Seller’s obligation to preliminary inform the consumers that have the right of withdrawal, along with the information regarding the carrier intended for return by the seller, the reimbursement for the return of the goods and the party that will be covering the reimbursement; and the consumer’s liability to cover the reimbursement in the event that the return is done by a carrier that is not intended by the seller.

The Right of Withdrawal:

Consumers have the right of withdrawal within fourteen (14) days as of the receipt of the goods; and the seller is obligated to return all payments, including the costs of delivery of the goods to the consumer, within fourteen (14) days from the date of withdrawal.

With the Amendment, more detailed obligations for sellers, providers, or intermediary service providers regarding the withdrawal of goods were regulated. The following obligations are now postponed to January 1, 2025:

  • Seller’s or service provider’s obligation to cover the reimbursement for carrier where the consumer uses their right of withdrawal, if the seller or provider have failed to fulfill the obligation to preliminary inform consumers about the carriers to use for returning the goods, the party to cover the reimbursement and consumer’s liability to cover the reimbursement if they do not return the goods by an intended carrier,
  • Intermediary service provider’s obligation to cover the reimbursement for carrier where the consumer uses their right of withdrawal, in the event the distance contract is concluded through a platform and the intermediary service provider failed the fulfill the obligation to preliminarily inform consumers about the intended carrier or if the intended carrier does not have a branch near the are the consumer resides at,
  • For distance contracts concluded through a platform, seller’s obligation to inform intermediary service providers immediately upon the receipt of the notice of consumer’s withdrawal,
  • Seller’s obligation to return the payment within fourteen (14) days, starting from the date of the good is delivered to the seller, in the event the consumer returns the good by a carrier not intended for return,
  • Seller’s and intermediary service provider’s obligation to return the payment within fourteen (14) days as of the receipt of the notice consumer’s withdrawal, in the event the consumer uses their right before the good is delivered to them,
  • Service provider’s and intermediary service provider’s obligation to return the payment within fourteen (14) days as of the receipt of the notice of consumer’s withdrawal,
  • If the price has not been transferred to the seller as of the date of receipt of the notice of withdrawal, the intermediary service provider’s joint liability with the seller with regards to returning the payment to consumer, within fourteen (14) days as of the date on which the goods are delivered to the carrier intended for return, or as of the date the good reached the seller in case it is returned with a carrier other than the one foreseen for return,
  • Obligation of institutions, who are authorized to issue credit cards within the scope of Law on Bank Cards and Credit Cards with no. 5464, to add the amount transferred by the seller, service provider, or intermediary service provider, to the card holder’s available limit in a single transaction, in the event the consumer makes the payment through a credit card,

Consumers’ Obligations:

Consumers have an obligation to deliver goods within ten (10) days of the receipt of the goods; to the seller or provider. With the Amendment, the delivery period extended to fourteen (14) days. The following obligation is now postponed to January 1, 2025:

  • The consumer’s obligation to deliver the goods within fourteen (14) days to the seller or the provider or to their authorized person, upon notifying their withdrawal,

Exception of the Consumer’s Right of Withdrawal:

The right of withdrawal has some exceptions regarding the type of good and/or conditions related to the distance contracts. With the Amendment, some conditions and goods were added to these exceptions. The following exceptions are now postponed to January 1, 2025:

  • For movables that must be registered according to the Law on Highway Traffic with no. 2918, and unmanned aerial vehicles that must be recorded or registered,
  • For cell phones, smart watches, tablets, and computers that was delivered to the consumer,
  • Formed by the process of auctioning,
  • For goods that were mounted or installed by the seller or the authorized technical service, as specified in their introductory and usage guides.

Obligations that are not mentioned above but regulated under the Distance Contracts Regulation will enter into force on January 01, 2024. For more details, our article can be found here.

[1] Contracts made without the simultaneous physical presence of the seller or provider and the consumer, by using remote communication tools within the framework of a system created for the remote marketing of goods or services.

Authors: Hatice Ekici Tağa, Sümeyye Uçar, Ebru Gümüş Karasu


Türk Hukukunda Telif Hakları: Dijital Çağdaki Yansımaları

 

Günümüz dijital çağında, yaygın olarak kullanılan sosyal medya ve video paylaşım platformlarının kullanıcıları, içerikleri pasif tüketenlerden aktif üretenlere dönüşmüşlerdir. Platformlardaki kullanıcılar artık kendi fikri içeriklerini yaratma, başkalarının eserlerini paylaşma ve hatta başkalarının eserlerinden unsurlar içeren kendi içeriklerini oluşturma ve bunları paylaşma gibi çeşitli faaliyetlerde bulunuyorlar.

Kullanıcıların davranışlarındaki bu değişikliklerle, telif hakkı alanında önemli sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Bu sürekli gelişen manzara içinde, telif hakkına tabi büyük bir filmi yayınlayan veya ünlü bir müzik bestesinden ilham alan bir sanatçıya rastlamak mümkündür. Bu eylemler gerçek ilham ve yaratıcılıktan kaynaklansa da üçüncü kişilerin telif haklarını ihlal edebilmektedir. Ayrıca günümüzün dijital çağında telif hakkıyla korunan eserlerin erişilebilirliğinin artması ve bunların dijital platformlarda paylaşılmasının kolaylaşması ortaya çıkabilecek problemleri daha da artırmıştır.

Bu gelişmeler sonucunda, söz konusu eylemlerin telif hakkına tabi eserlere zarar verme potansiyeli de ortaya çıkmıştır. Örneğin, telif hakkıyla korunan filmlerin yayınlanması veya sanatsal eserlerin uyarlamaları gibi eserleri oluşturup paylaşmak, genellikle orijinal eser sahiplerinin iznini gerektirdiği için hukuki sonuçlara yol açabilmektedir. Bu eylemleri ve sonuçlarını anlamak hem eser sahipleri hem de başkalarının eserlerini kullanan kişiler için fikri mülkiyet haklarının ve bunların korunmasının önemini anlamaları için değerli bir adımdır.

Türkiye'de, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (“FSEK”), "eser" terimini dans, yazılı koreografik eserler, müzik, grafik eserler ve filmler de dahil olmak üzere çeşitli fikri ve sanatsal yaratımları içerecek şekilde tanımlar. FSEK, ayrıca fikri ve sanatsal eserlerin yaratılmasının sonuçlarını da düzenlemektedir. FSEK’e göre, bir eserin sahibi, eseri oluşturan kişidir ve eserin yaratılmasıyla, eser sahibi otomatik olarak eser üzerindeki hem maddi hem de manevi haklarının münhasıran sahibi olur. Kayıt yapma zorunluluğu olmadığını ve eser sahibi tarafından bu haklara fikri hakların doğası gereği sahip olunduğunu belirtmek önemlidir. Eserle ilişkilendirilen maddi hakları kullanmak isteyen herhangi bir kişinin ise eser sahibinin iznini alması gerekmektedir.

FSEK’e göre, maddi haklar, işleme, çoğaltma, yayma, icra etme ve işaret, sesler ve/veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletilmesini içerir. Bu haklar arasında, işaretlerin, seslerin ve görüntülerin iletilmesini kolaylaştıran platformlar aracılığıyla eseri kamuya sunma hakkı özellikle sosyal medyanın içerik paylaşımının bu hakkı ihlal etme potansiyeline sahip olduğu için günümüzde ayrı bir öneme sahiptir. Eserin umuma iletimi radyo, televizyon, uydu veya kablo gibi kablolu veya kablosuz araçları kullanan kuruluşların yayın yapması yoluyla gerçekleşebilir. Bu hak ayrıca, işaretlerin, seslerin ve görüntülerin dijital alanda iletilmesini kolaylaştıran cihazları da kapsar. Eser sahibi, bu araçlar üzerinde eserin veya kopyalarının kamuya satışına, dağıtımına veya arzına izin verme veya reddetme yetkisine sahiptir. Bu nedenle, uygun onay alınmadan gerçekleştirilen tüm çevrimiçi yayınlar, eser sahibinin eserlerini umuma iletme yönündeki hakkını ihlal etme potansiyeli taşır.

Telif hakkı ihlali durumunda eser sahiplerinin haklarını korumaya yönelik bir dizi önlem mevcuttur. Bu önlemler, içeriğe erişimin engellenmesi, ihlal oluşturan içeriğin kaldırılmasının talep edilmesi, Cumhuriyet Savcılığı'na şikayette bulunulması ve hatta hukuk davası açılması gibi eylemleri kapsamaktadır. Özellikle dijital platformlarda gerçekleşen telif hakkı ihlalleri için, FSEK’in Ek Madde 4'ü, "Uyar-Kaldır" yöntemi olarak bilinen önemli bir mekanizmayı düzenlemektedir. Bu yöntem, hak sahipleri arasında dijital platformlarda gerçekleşen ihlalleri hızlı ve etkili bir şekilde ele almak için güçlü bir araç olarak kabul görmektedir. "Uyar-Kaldır" prosedürünü takip etmek için, başlangıçta hak sahipleri, ihlal oluşturan içeriğin üç gün içinde kaldırılmasını isteyen bir bildirim göndermelidir. Milyonlarca kullanıcının içerik ürettiği bir ortam olan bu platformlarda, "Uyar-Kaldır" sistemi en yaygın kullanılan yöntemdir. Dijital platformlar, bu bildirimleri almak ve değerlendirmek için özel olarak geliştirilmiş mekanizmaları geliştirmektedir. Bu, telif hakkı ihlali bildirimlerinin doğrudan yer sağlayıcısına gönderilmesine olanak tanımaktadır. Bu hızlı ve basit yöntem ile, önemli miktarda içeriğin telif hakkına tabi olduğu platformlarda bu tür sorunlar, platformun kendi telif hakkı bildirim sistemi aracılığıyla derhal ele alınmaktadır.

Buna karşılık, eserin kullanımı için eser sahibinin iznine ihtiyaç duymayan istisnalar da bulunmaktadır ve bunlar arasında en yaygın olarak başvurulanı ise "adil kullanım" ilkesidir. Bu ilke, iddia edilen ihlalin amacı ve niteliği, söz konusu telif hakkıyla korunan materyalin türü, kullanımının kapsamı ve süresi ve bu kullanımın eserin hem mevcut hem de gelecekteki pazarlardaki değeri üzerindeki etkisi gibi faktörleri dikkate alan bir değerlendirmeyi gerektirir.

Bazı durumlarda video paylaşım ve sosyal medya platformları adil kullanım hakkıyla ilgili kendi değerlendirmelerini yapmaktadır. Örneğin, kısa bir tanıtım filmi eleştiren video düzenlemelerinin oluşturulmasına izin verebilirler, böylece telif hakkı koruması ile ifade özgürlüğü arasında denge sağlanmaya çalışılmaktadır. Benzer şekilde, bir halk figürünün konuşmasından ilgili bölümleri kullanarak bir video düzenlemesi yapmak, özellikle temel amaç eleştiri olduğunda adil kullanım olarak kabul edilebilmektedir. Ayrıca, iki ayrı filmdeki kısa kesitleri birleştirmek, yaratıcının amacı ve eserin orijinal malzemenin değeri ve pazarı üzerindeki etkisi dikkatlice göz önüne alındığında adil kullanım kapsamına girebilmektedir.

Türkiye'de FSEK, açıkça "adil kullanım" muafiyetini belirtmemesine rağmen, "adil kullanım doktrini" etrafında tartışmalara Yargıtay kararlarında yer verilmektedir. Yargıtay, adil kullanım kriterlerini kararlarında değerlendirmiş ve Avrupa Birliği Adalet Divanı (“ABAD”) kararlarıyla paralel kriterler belirlemiştir. ABAD kararına yapılan atıfla, "bir hizmetin sunumunun müşteri tercihlerini etkileyip etkilemediği" ve "eylemden ek bir fayda sağlanıp sağlanmadığı" gibi kriterleri kullanmıştır.

Bu kriterlerin her durum özelinde değerlendirilmesi gerektiği önerilmiştir. Her olay özgün özelliklere ve inceliklere sahiptir. Bu nedenle, telif hakkıyla korunan eserin kullanımından kaynaklanan ek faydaları belirlemek kolay değildir. Ancak emsal kararlar arttığında, bu değerlendirmelerin daha kolay hale geleceği beklenmektedir.

Ayrıca, son kararlar, telif hakkına ilişkin yasalarının gözden geçirilme ihtiyacının arttığını göstermektedir. Dijital teknolojinin hızlı ilerlemesi, telif hukuku içinde istisnalar ve adil kullanım doktrini üzerine yapılan tartışmaları tetiklemiştir. Bu evrilen ortama uyum sağlamak, modern dünyanın fikri mülkiyetinin karmaşıklıklarını etkili bir şekilde çözmek için vazgeçilmezdir.

Yazarlar: Hatice Ekici Tağa, Sümeyye Uçar, Bensu Özdemir, Göksu Tuğrul


Copyrights in Turkish Law: Reflections in the Digital Era

 

In the current digital age, characterized by the widespread presence of social media platforms and video streaming channels, users have evolved from passive consumers of content to active participants. Users now engage in various activities, such as sharing their intellectual creations, distributing the work of others, and even creating and circulating their own content that incorporates elements from someone else's work which is called adapted work.

This shift in user behavior has brought about substantial consequences within the domain of copyright. In this ever-evolving landscape, you might stumble upon someone streaming a copyrighted movie or an artist crafting a masterpiece inspired by a renowned musical composition. While these actions may originate from genuine inspiration and creativity, they may infringe third parties’ copyrights. Additionally, the accessibility to copyrighted works and the ease of sharing them on digital platforms in today's digital era have further compounded these challenges.

As a result, these actions have the potential to infringe upon copyrighted works. For instance, streaming copyrighted movies or creating and sharing adapted works such as art reproductions or cinematic adaptations of literary works can lead to legal consequences, as they often necessitate the consent of the original authors. Understanding these situations is a valuable step for both creators and users of others' work to appreciate the importance of intellectual property rights and their protection.

In Turkey, the Law No. 5846 on Intellectual and Artistic Works ("Law No. 5846") defines the term "work" to encompass various intellectual and artistic creations, including, but not limited to, dances, written choreographic works, music, graphic works, and films. This law also governs the consequences of creating intellectual and artistic works. According to Law No. 5846, the author of a work is the person who creates the work. Upon the creation of the work, the author automatically becomes the exclusive owner of both its material and moral rights. Notably, registration is not a prerequisite, and these rights are inherently vested in the author. Furthermore, it mandates that anyone seeking to use the material rights associated with the work must obtain the author's consent.

According to Law No. 5846, material rights include the adaptation, reproduction, distribution, performance and the act of presenting a work to the public through mediums capable of transmitting signs, sounds, and images. Among these, the right to communicate a work to the public via platforms facilitating such transmissions holds exceptional significance, particularly in the age of social media where content sharing has the potential to infringe upon this very right. This right may occur through broadcasting by entities that employ wire or wireless means, such as radio, television, satellite, or cable. Furthermore, it extends to devices that facilitate the transmission of signs, sounds, and images, even in the digital realm. Additionally, the author holds the power to permit or deny the sale, distribution, or supply of the work or its reproductions to the public. Hence, without obtaining the proper consent, all online publications carry the potential to infringe upon the author's right to disclose their work to the public.

In the event of copyright infringement, there exists a range of measures to protect authors' rights. These measures encompass actions like blocking access to the content, requesting the removal of infringing material, filing a formal complaint with the Public Prosecutor's Office, or even pursuing a civil lawsuit. Especially, for online copyright violations, the Additional Article 4 of Law No. 5846 regulates a vital mechanism known as the "warn and remove" process. This system enjoys widespread adoption among rights owners as a potent tool for addressing online infringements swiftly and efficiently. To follow the “warn and remove” procedure, initially, right owners must send a notice to the content provider, requesting the infringing material’s removal within three days.  In the realm of social media, where millions of users generate an abundance of content, the "warn and remove" system is the most widely adopted approach. Social media and video streaming platforms introduce specifically developed mechanisms to receive and evaluate these notifications. This allows for copyright violation warnings to be sent directly to the hosting provider. This swift and straightforward method provides that, on platforms where a substantial amount of content is subject to copyright, such issues are promptly addressed through the platform's own copyright notification system.

On the contrary, there are exemptions that do not necessitate the author's consent for the use of their work, with the most widely recognized being "fair use." This principle entails an assessment that considers factors like the purpose and nature of the alleged infringement, the type of copyrighted material in question, the extent and duration of its utilization, and the effect of this usage on the work's value in both current and future markets.

In some cases, video streaming and social media platforms conduct their own assessments related to fair use. For example, they may permit the creation of video edits that critique a short promotional film, striking a balance between copyright protection and freedom of expression. Similarly, editing a video using relevant segments from a speech by a public figure might be deemed fair use, especially when the primary aim is criticism. Additionally, combining short clips from two separate movies can fall under the fair use category, as long as the creator's intent and the impact of their work on the value and market of the original material are carefully considered.

Although Law No. 5846 in Turkey doesn't explicitly mention the "fair use" exemption, discussions surrounding the "fair use doctrine" have emerged in the Turkish Supreme Court. The Supreme Court has explored the fair use criteria in cases and drawn parallels with decisions from the Court of Justice of the European Union (“CJEU”). The CJEU has applied criteria such as "whether the provision of a service affects customer choices" and "whether an additional benefit is obtained from the action."

It has been proposed that these criteria should be assessed in each specific case. Each case possesses its unique characteristics and nuances. Therefore, pinpointing the additional benefits arising from the use of copyrighted work is no straightforward task. However, as precedent decisions accumulate, it is expected that making such predictions will become more feasible.

Furthermore, recent legal rulings underscore the increasing necessity to revise copyright laws. The rapid progress of digital technology has fueled conversations about exceptions and the fair use doctrine within copyright law. Adapting to this evolving landscape is imperative for effectively navigating the complexities of intellectual property in the modern world.

Authors: Hatice Ekici Tağa, Sümeyye Uçar, Bensu Özdemir, Göksu Tuğrul


Otonom Araçlara İlişkin Hukuki Düzenlemeler

Mobilite temelli dijitalleşme serüveninin en heyecan verici örneklerinden biri olan otonom araçların dünya çapında yaygınlaşmaya başlamasıyla, hukuki düzenlemelerin gerekliliği kaçınılmaz hale gelmiştir.

Bu doğrultuda, ülkemizde her ne kadar detaylı bir düzenleme bulunmasa da mevzuatımızda otonom araçlar AB/2019/2144 sayılı Yönetmelik’te “sürücünün devamlı kontrolü olmadan, ancak sürücü müdahalesinin yine de beklendiği veya gerekli olduğu, belirli bir süre için otonom olarak hareket etmek üzere tasarlanmış ve imal edilmiş motorlu araç” olarak; tam otonom araçlar ise “herhangi bir sürücü kontrolü olmadan otonom olarak hareket etmek üzere tasarlanmış ve imal edilmiş motorlu araç” olarak tanımlanmıştır.

Ayrıca, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın 2053 Ulaştırma ve Lojistik Ana Planı çerçevesinde, otonom araçlar gibi yeni nesil mobilite sistemlerinin uyumlaştırma ve mevzuat çalışmalarının yürütülmesinin önemine değinilerek bu alanda detaylı düzenlemelerin yapılacağının sinyalleri verilmiştir.

Otonom Araç Seviyeleri

Henüz Türk mevzuatında otonom araçların özelliklerine göre belirlenmiş bir sınıflandırma bulunmasa da Amerika Birleşik Devletleri Otomotiv Mühendisleri Birliği (“SAE”) tarafından yapılan sınıflandırma hem ABD Ulaştırma Bakanlığı tarafından hem de uluslararası olarak kabul edilmiştir. SAE tarafından yapılan sınıflandırma ve bu sınıflandırmada yer alan araç özellikleri aşağıdaki gibidir:

  • Seviye 0: Aktif bir otomasyon bulunmamaktadır.
  • Seviye 1: En düşük otomasyon sistemidir. Bu sistemde hızlanma, frenleme ve direksiyon manevraları sürücü tarafından gerçekleştirilmektedir. Ancak sistem, hız sabitleme ve mesafe sabitleme gibi özellikleri barındırmaktadır.
  • Seviye 2: Bu otomasyon sisteminde araç hem direksiyonu hem de hızlanmayı kontrol edebilmektedir. Tam otonom sürüşten farklı olarak direksiyonda bir sürücü bulunması gerekmektedir ve sürücü istediği zaman aracın kontrolünü alarak bütün fonksiyonları kendisi gerçekleştirebilmektedir.
  • Seviye 3: Bu seviyedeki araçlar, çevresel algılama yeteneğine sahiptir ve hızlanma, yavaşlama gibi bilinçli kararları alabilmektedir. Ancak yine de sürücünün aktif bir şekilde sürüşü gerçekleştirmesi ve aracın gerekli manevrayı otonom olarak yapamaması durumunda manevra yapmaya hazır olması gerekmektedir.
  • Seviye 4: Bu seviyedeki araçların Seviye 3’ten temel farkı, sürüş esnasında bir aksilik veya sistem arızası olduğunda müdahale edebilmesidir. Dolayısıyla bu seviyedeki araçlar, kendi kendine sürüş modunda çalışabilmekte ve çoğu durumda insan etkileşimi gerektirmemektedir. Ancak mevcut durumda bu araçlar, ilgili ülkenin mevzuat ve altyapı düzenlemelerine bağlı olarak, yalnızca belirli şartlar sağlandığında kullanılabilmektedir. Ayrıca sürücü dilerse, bu özellikleri geçersiz kılarak aracı kendisi kontrol edebilmektedir.
  • Seviye 5: Bu seviyedeki araçlarda dinamik sürüş görevi kaldırılmıştır ve insan müdahalesi gerekmemektedir.

Otonom Araçlara İlişkin Avrupa Birliği Düzenlemeleri

Avrupa Birliği, otonom araçları için bir çerçeve düzenleme olan Araç Genel Güvenlik Tüzüğü (“AB Güvenlik Tüzüğü”), 6 Temmuz 2022 tarihinde güncellenerek otonom araçlara ilişkin teknik düzenlemelere yer vermiştir. Ancak, her ne kadar tüzükte otonom araçların sinyal verme, direksiyon, hızlanma ve frenleme sistemleri gibi teknik özellikleri düzenlenmiş olsa da kaza durumunda sorumluluk rejiminin ne olacağı veya otonom araçların kullanımı sırasında toplanan kişisel verilerin nasıl işleneceği gibi konulara değinilmemiştir.

Belirtilmelidir ki, Avrupa Birliği’nde tam otonom araçların kaza yapması durumunda sorumluluk rejimine ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Bununla birlikte, sorumluluk rejimi üye devletlerin iç hukuk kurallarına göre değişiklik gösterebilmektedir. Örnek vermek gerekirse, Alman yasalarına göre otonom araçların işletilmesinde sorumluluk, aracın sahibi ile üreticisi arasında paylaşılmaktadır. Aracın sahibi, otonom aracın güvenliğinden ve bakımından, aracın üreticisi ise elektronik ve dijital mimarisinin güvenliğinden sorumludur.

Otonom araçların elektronik ve dijital mimarisinin siber güvenliğine ilişkin olarak Ağ ve Bilgi Güvenliği Direktifi çerçevesinde belirlenen kurallar uygulanmaktadır. Bununla birlikte, otonom araçların işletiminde kişisel verilerin korunmasına ilişkin kurallar ise Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü (“GDPR”) çerçevesinde değerlendirilmektedir.

Otonom Araçlara İlişkin Türkiye’deki Düzenlemeler

Belirtildiği üzere, Türkiye’de henüz otonom araçları tam anlamıyla düzenleyen bir düzenleme bulunmaktadır. AB/2019/2144 sayılı Yönetmelik’te otonom araç tanımı yapılmış ve otonom araçlarda bulunan sistemlerin teknik özellikleri ele alınmış ve bu yönetmelikle birlikte otonom araçların teknik özellikleri ve onaylarına dair hususların Avrupa Birliği ile uyumlu olması hedeflenmiştir. Avrupa Birliği düzenlemelerini yakından takip eden Türkiye’nin ilerleyen zamanda otonom araçlara ilişkin daha detaylı düzenlemeler getirmesi beklenmektedir.

Otonom araçlar bakımından çerçeve bir düzenleme bulunmaması, sürücüler ve araçlar bakımından sorumluluğun ne şekilde inceleneceği sorusunu da beraberinde getirmektedir.

Mevcut durumda, otonom araçların trafik kazalarına ilişkin sorumlulukları 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’na (“KTK”) göre değerlendirilmektedir. KTK, trafikte meydana gelen olaylarda sorumluluğun, araç işletene ait olduğunu belirtmektedir. Aynı zamanda, motorlu aracın işletilmesinden kaynaklı olarak bir zararın ortaya çıkması durumunda da araç işletenin sorumluluğunu düzenlemektedir. Dolayısıyla, motorlu bir aracın kullanımından meydana gelen zararlarda, hukuki ve cezai sorumluluk araç işletenin üzerinde olmaktadır. Henüz ayrı bir düzenlemesi bulunmaması nedeniyle, otonom araçlar da söz konusu hükümlere tabii olacaktır. Bu nedenle, aracın kullanımının bir bölümü otonom sistemde bulunsa dahi araç işletenin sürücü olması nedeniyle otonom araçların işletilmesinden doğan zararlardan sürücü sorumlu olacaktır.

Otonom araçların kullanımı konusunda soru işareti oluşturan bir diğer husus ise kişisel verilerin korunmasıdır. Otonom araçlar, gerekli manevraları gerçekleştirebilmek ve hareket verisi oluşturabilmek amacıyla çevresel algılama yapmaktadır. Çevresel algılama sırasında GPS, sensör ve kameralar aracılığıyla konumlar, insanların görüntüleri ve bazen sesler gibi araç içi ve araç dışı pek çok kişisel veri işlenmektedir.

Kişisel verilerin işlenmesi söz konusu olduğunda, veri sorumlusunun tespiti ve söz konusu kişisel veriler işlenirken üçüncü kişilerden nasıl rıza alınacağı hususunun belirlenmesi gerekmektedir. Bu hususta, özel bir düzenleme yapılana kadar Avrupa’da GDPR uygulanmaya devam ederken, Türkiye’de otonom araçlara ilişkin kişisel verilerin işlenmesi ile ilgili olarak 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu hükümleri uygulanacaktır.

Sonuç

Türkiye’deki mevcut düzenlemeler ışığında, otonom araçların diğer araçlarla aynı hukuki ve cezai sorumluluğa sahip olduğu söylenebilmektedir. Bu doğrultuda, Türkiye’de her ne kadar otonom araçlara ilişkin özel bir düzenleme bulunmasa da dünya çapında kullanımların artması ile birlikte, ortaya çıkacak olan potansiyel risklerin tespit edilmesi ile birlikte yeni düzenlemelerin yapılacağı beklenmektedir.

Yazarlar: Burak Özdağıstanli, Begüm Alara Şahinkaya, Ebru Gümüş


Legal Aspects of Autonomous Vehicles - Turkey

As autonomous vehicles have become increasingly prevalent around the world, the need for legal regulations became inevitable. Autonomous vehicles represent a highly compelling illustration of mobility-driven digitalization, highlighting the importance of ensuring they are subject to appropriate governance and standards.

Although there is a lack of detailed regulation in Turkey regarding the autonomous vehicles, the Regulation EU/2019/2144 defines autonomous vehicles as "a motor vehicle designed and manufactured to move autonomously for a certain period of time without the continuous control of the driver, but where driver intervention is still expected or required"; and fully autonomous vehicles as "motor vehicles designed and manufactured to move autonomously without any driver control".

Furthermore, the Turkish Ministry of Transport and Infrastructure’s 2053 Transport and Logistics Master Plan highlights the necessity of conducting harmonization and legislative research on next-generation mobility systems, including self-driving vehicles. This indicates the forthcoming establishment of in-depth regulations in this area.

Autonomous Vehicle Levels

Although there is currently no classification established in Turkish legislation regarding the autonomous vehicles, the Society of Automotive Engineers (“SAE”) of the United States has created a classification based on autonomous vehicle characteristics, which has been accepted both by the US Department of Transportation and internationally. The SAE classification and the vehicle characteristics within are outlined below:

  • Level 0: There is no active automation.
  • Level 1: This is the lowest level of automation, where the driver performs vehicle acceleration, braking, and steering maneuvers. The system does, however, include features such as cruise control and distance control.
  • Level 2: In this automated system, the vehicle has the ability to control both steering and acceleration. However, it is important to note that unlike fully autonomous driving, a driver must be present at the wheel and able to take control of the vehicle at any given time, performing all necessary functions.
  • Level 3: Vehicles at this level possess the capacity for environmental perception. This signifies their ability to execute conscious decisions such as acceleration and deceleration. However, the driver must still actively engage in driving and be prepared to maneuver in the event of the vehicle's inability to perform the required maneuver autonomously.
  • Level 4: The main difference between vehicles at this level and those at Level 3 is that they can intervene in the event of a mishap or system failure. Vehicles at this level can operate in self-driving mode and in most cases do not require human interaction. However, depending on the legislation and infrastructure of the relevant country, these vehicles can currently be used under certain conditions. In addition, the driver can take control of the vehicle by manually overriding all of these functions.
  • Level 5: Vehicles at this level have eliminated the dynamic driving task and do not require human intervention.

European Union Regulations on Autonomous Vehicles

On 6 July 2022, the European Union has included technical requirements for autonomous vehicles within the scope of the General Vehicle Safety Regulation ("EU Safety Regulation"), which is a framework regulation for autonomous vehicles. However, while it regulates the technical specifications of autonomous vehicles, such as signaling, steering, acceleration, and braking systems, it does not address issues such as the liability regime in the event of an accident or how personal data collected during the use of autonomous vehicles will be processed.

It should be noted that there is no regulation in the European Union regarding the liability regime in the event of an accident involving fully autonomous vehicles. However, the liability regime may vary according to the national laws of the Member States. To provide an example, under German legislation, liability for the operation of autonomous vehicles is shared between the owner and the manufacturer of the autonomous vehicle. The vehicle owner is responsible for the safety and maintenance of the autonomous vehicle, whereas the vehicle manufacturer is responsible for the safety of the electronic and digital architecture.

Regarding the cybersecurity of the electronic and digital architecture of autonomous vehicles, the Network and Information Security Directive is enforced. Furthermore, the rules governing the protection of personal data in the operation of autonomous vehicles are being assessed under the European Union's General Data Protection Regulation ("GDPR").

Turkish Regulations on Autonomous Vehicles

As mentioned above, there is not yet a regulation that fully regulates autonomous vehicles in Turkey. The autonomous vehicles are defined and the technical specifications of the systems in autonomous vehicles are regulated under the Regulation EU/2019/2144 and the aim for this regulation is to harmonize the autonomous vehicles’ technical specifications and approvals with the European Union legislation. Therefore, it can be expected that Turkey, which closely follows the European Union legislation, will introduce more detailed regulations on autonomous vehicles in the future.

The absence of a regulatory framework prompts the inquiry into how to effectively assess the responsibilities of both drivers and vehicles.

Currently, the responsibility regimes of autonomous vehicles regarding traffic accidents are assessed in accordance with the existing Highway Traffic Law No. 2918 ("Traffic Law"). The Traffic Law stipulates that the responsibility for incidents occurring in traffic falls on the driver. Moreover, it regulates the driver’s liability due to damages resulting from its operation. Thus, the driver bears both civil and criminal liability for any damage resulting from operating a motor vehicle. Due to the absence of framework legislation for autonomous vehicles, the responsibility regime for such vehicles would be subject to the Traffic Law as well. Therefore, even if the vehicle is equipped with autonomous technology, the driver responsible for operating it will be held accountable for any damages resulting from its use.

Another concern arising from the use of autonomous vehicles relates to personal data protection. Autonomous vehicles perform environmental sensing to execute necessary maneuvers and generate motion data. While conducting environmental sensing, GPS, sensors, and video cameras process abundant personal data within and beyond the vehicle, including images of people and locations, as well as occasional audial data.

In order to ensure the protection of personal data, determining the data controller and requirements to obtain consent from third parties while processing such data becomes crucial. While the GDPR continues to be implemented in Europe, until a specific legislation is regulated, for personal data processed related to the autonomous vehicle in Turkey, the provisions of the Personal Data Protection Law No. 6698 will be applied.

Conclusion

Given the current regulations in Turkey, autonomous vehicles deemed to share the same legal and criminal liability as other vehicles. Despite the lack of specific regulations on autonomous vehicles in Turkey, it is anticipated that new regulations will be established to identify potential risks arising from their widespread use worldwide.

Authors: Burak Özdağıstanli, Begüm Alara Şahinkaya, Ebru Gümüş


Karanlık Ticari Tasarımları Anlamak

Karanlık Ticari Tasarımlar (“karanlık tasarımlar”) tüketicilerin davranışlarını ve tercihlerini etkilemek için işletmecilerin ve reklamcıların kullandığı aldatıcı ve manipülatif taktikleri ifade eder. Bu taktikler, genellikle bireylerin psikolojik hassasiyetlerini göz önünde bulundurarak duygusal tepkilerini yönlendirmekte ve normal şartlarda almayacakları kararları almaları için üzerlerinde baskı oluşturmaktadır. Net bir hukuki tanımı yapılmamış olsa da karanlık tasarımlar, ticari hayatta şeffaflık ilkesini zayıflatan, etik olmayan uygulamalar olarak kabul edilmektedir ve temel amacı tüketicinin iradesi üzerinde etki oluşturmaktır.

Karanlık tasarımların esas unsurları manipülasyon, aldatma ve özgür iradeye baskı yapılmasıdır. Bu unsurlar farklı şekillerde ortaya çıkabilmektedir; ancak temel amaçları tüketiciler üzerinde üstünlük kurmaktır. Örneğin, çevrimiçi satıcılar sıklıkla satış sırasında geri sayım kullanarak aciliyet hissi yaratmaktadır ve dürtüsel alışverişi teşvik etmektedir. Bu taktik, tüketicilerin bilinçli karar verebilmek için zamanlarını etkili kullanmalarını zorlaştırmaktadır, bu da indirimleri kaçırmamak için acele bir şekilde alışveriş yapmalarına yol açmaktadır. Ayrıca bazı hizmet sağlayıcılar, aboneliklerin iptali sırasında üzücü görseller göstermek gibi duygusal taktikler kullanmakta ve iptal süreçlerini zorlaştırmaktadır. Bunlara ek olarak, bazı örneklerde ise kişilerin hayvanlara, çocuklara veya çevreye olan hassasiyetlerini öğrenebilmek için kullanıcı verileri analiz edilmektedir ve bu hassasiyetler kullanılarak kararlarının etkilenmesi amaçlanmaktadır.

Karanlık tasarımlar, bireylerin kararlarını özgür iradelerine aykırı bir şekilde etkilediği ve menfaatlerine aykırı hareket etmeleri için insan psikolojisini kullandığı için yargısal alanda etik dışı ve yasa dışı kabul edilmektedir. Ayrıca, karanlık tasarımlar agresif ve yanıltıcı doğaları nedeniyle işletmeler bakımından uzun vadede müşteri kaybına yol açabilmekte ve olumsuz müşteri deneyimi yaratabilmektedir.

Tüketici tarafında, karanlık tasarımlarla ilgili artan endişelere yanıt olarak, ticari uygulamaların adil bir şekilde yürütülmesini sağlamak ve tüketicilerin özgür iradeleri dışında yönlendirilmelerini önlemek için çeşitli yasalar ve düzenlemeler yürürlüğe konmuştur. Avrupa Birliği'nde, Dijital Hizmetler Kanunu (Digital Service Act), Haksız Ticari Uygulamalar Direktifi (Unfair Commercial Practices Directive) ve veri koruma düzenlemeleri, veri işleme ve pazarlama taktiklerine ilişkin kural ve ilkeleri belirleyen temel mevzuatlardır. Haksız Ticari Uygulamalar Direktifi, karanlık tasarımlar da dahil olmak üzere, bir sözleşmenin imzalanmasından önce, imzalanması sırasında ve sonrasında tüketicilerin ekonomik menfaatlerini etkileyen haksız ticari uygulamaları yasaklamaktadır. Ayrıca, Genel Veri Koruma Yönetmeliği (General Data Protection Regulation) ve direktifleri gibi veri koruma mevzuatları, kişisel verilerin işlenmesini, çerezler veya pazarlama iletişimleri için onay alınmasını düzenlemektedir. Öte yandan, Dijital Hizmetler Kanunu, karanlık tasarımlar da dahil olmak üzere, kullanıcıları zorlayarak veya özgür iradelerini etkileyerek tüketiciler üzerinde sonuçlar doğurabilecek yanıltıcı ve aldatıcı yöntemleri yasaklamaktadır.

Türkiye'de de haksız ticari uygulamalar, 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ve Ticari Reklam ve Haksız Ticari Uygulamalar Yönetmeliği ("Yönetmelik") ile kapsamlı bir şekilde düzenlenmiştir. 1 Şubat 2023 tarihinde, Yönetmelik, tüketicileri etkileyebilecek yanıltıcı faaliyetleri ve haksız uygulamaları belirleyecek ve bu uygulamalara örnekler verecek şekilde değiştirilmiştir. Özellikle Yönetmelik, bu değişiklikle birlikte, "internet ortamında bir mal veya hizmete ilişkin yönlendirici ara yüz tasarımları, seçenekler ya da ifadeler gibi araçlarla tüketicilerin karar verme veya seçim yapma iradesini olumsuz etkileyen ya da normal şartlar altında vereceği kararda satıcı veya sağlayıcı lehine değişikliklere yol açmayı hedefleyen yöntemler kullanmak" olarak tanımladığı karanlık tasarımları açıkça yasaklamıştır.

Buna ek olarak, 10 Ağustos 2023 tarihinde Ticaret Bakanlığı, Reklam Kurulu'nun ("Kurul") dijital ortamlarda tüketicilerin karar verme veya seçim yapma iradesini olumsuz etkilemeye yönelik önceden seçili opsiyonların tüketicilere sunulması, tüketicileri belirli tercihlere yönlendirmek için diğer seçeneklerin zorlaştırılması gibi uygulamalarda bulunan firmalar hakkında bir soruşturma yürüttüğünü ve sonuç olarak ilgili şirketlere yaptırım uygulandığını belirten bir duyuru yayınlamıştır.

08 Ağustos 2023 tarihli 336 Sayılı Kurul toplantısında alınan kararlara göre yaptırıma tabi tutulan karanlık tasarım uygulamaları aşağıdaki gibidir:

  1. Maç ve etkinlik biletleri satan bir firmanın fiyatları oldukça yüksek gösterdiği ve hatta var olmayan etkinlikler için bilet sattığı tespit edilmiştir. Ayrıca, internet sitesinden bilet alım aşamasında, birçok sayıda tüketicinin/kullanıcının da biletleri satın almaya çalıştığı yönünde bildirimlerde bulunulduğu tespit edilmiştir. Kurul bu uygulamaları, bir mal veya hizmete ilişkin yönlendirici nitelikteki ara yüz tasarımları, seçenekler ya da ifadeler gibi araçlar kullanılarak, tüketicilerin karar verme veya seçim yapma iradesini olumsuz etkileyen ya da normal şartlar altında vereceği kararda satıcı veya sağlayıcı lehine değişikliklere yol açmayı hedefleyen yöntemlerden dolayı haksız ticari uygulamalar olarak değerlendirmiştir.
  2. Bir platformda, müşterilerin rızası olmadan, yıllık abonelik ücretlerinde %43 indirim sunan bir seçeneğin varsayılan olarak önceden işaretlenmiş olduğu tespit edilmiştir. Kurul, bu uygulamanın tüketicileri normal şartlar altında taraf olmayacakları bir sözleşmeye taraf olmaya ve platforma uzun süreli abone olmaya zorlamaya yol açtığına karar vermiştir.
  3. Bir bilgisayar yazılım şirketi, hizmetlerinin güncellenmiş bir versiyonunun reklamını yapmıştır. Ancak, 'bu versiyonu koru' düğmesinin ekranda göze çarpmayan bir köşeye yerleştirildiği, görsel olarak küçük ve fark edilmesinin zor olduğu gözlemlenmiştir. Bu durumun, tüketicilerin bilgisayarlarının işletim sistemini yükseltmeden var olan versiyonu kullanmaya devam etmelerinin güçleştirilmesiyle normal şartlar altında taraf olmayacakları bir sözleşmeye taraf olmaya ve işletim sistemini güncelleştirmeye zorlanmasına yol açtığına karar vermiştir.

Günümüzün dijital çağında, karanlık modeller önemli bir endişe kaynağı haline gelmiş, bu da ulusal ve uluslararası yetkilileri koruyucu önlemler almaya teşvik etmiştir. Dijital Hizmetler Kanunu gibi girişimler, etik ve şeffaf uygulamaların sürdürülmesini amaçlayan çok sayıda yasa ve yönetmeliğin yalnızca bir örneğidir. Kurul kararlarının da gösterdiği üzere, Türkiye de bu tür mekanizmaları aktif bir şekilde geliştirmektedir. Bu bağlamda, yakın gelecekte, Kurul soruşturmalarının sayısının ve Kurul tarafından uygulanan yaptırımların sayısında artış gözlemlenmesi beklenmektedir.

 

Yazarlar: Hatice Ekici Tağa, Sümeyye Uçar, Bensu Özdemir, Göksu Tuğrul